16 Ekim 2009 Cuma

BALAT'IN KISA TARİHÇESİ



Balat. Tarihi Bizans İmparatorluğu’na kadar uzanan bu günümüzün kozmopolit semti tüm yaşanmışlıklarıyla karşılıyor misafirlerini ve mahalle sakinlerini. Tarihsel süreç içerisinde Museviler’in özellikle de İspanyol Musevileri’nin yaşadığı bir merkez olan Balat’ta Rum, Ermeni ve Türkler’de azımsanmayacak bir çoğunluğu oluşturuyor. Semtte yaşayan bu dört ayrı grubta farklı izler bırakmıştır Balat üzerinde. Balat sokaklarında yürürken Ortadoks Rumları’nın yaptıkları kliseleri, ayazmaları ve Osmanlı döneminden kalma tarihi yapıları, üç katlı cumbalı evleri görmek mümkündür. Fakat yüzyıllar öncesinden kalan bu tarihi yapılar bakımsızlıktan dolayı oldukça yıpranmıştır. Balat’ın böylesine zengin bir kültürel ve mimari potansiyelinin olması günmüzde turstleride bu bölgeye çekmiştir. İstanbul’u çevreleyen Bizans surlarına ve Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi olan Bab-ı Ali’ye olan yakınlığı ile İstanbul’un en gözde semtlerinden biri haline gelen Balat şimdilerde eski günlerini belkide hasretle anıyor. Son dönemlerde tarihi yapılara yönelik süren restorasyon çalışmaları ile bölge biraz olsun eski günlerine dönmeye başlasada nüfusun artmasıyla ortaya çıkan altyapı sorunları da İstanbul’un birçok bölgesinde olduğu gibi Balat’tı da önemli bir şekilde etkiliyor. Özellikle Güneydoğu illerinden gelen ailelerin çok çocuklu olması, genellikle aile fertlerinin işsiz olması ve uyum sorunu dolayısıyla semtte bazı sosyal sorunlarda gözlenmektedir.

Balat bir diğer adıyla Fener, patrikhanenin 1602 yılında Ayios Yeoryios Manastrı’na yerleşmesiyle birlikte önemini biraz daha arttırdı. Balat’ın en yüksek tepesine inşa edilen ve o dönemin Altınboynuzu’na kucak açan Ayios Yeoryios Manastrı patrikhanenin faaliyetlerini burada sürdürmeye başlamasıyla birlikte de Rum Ortdadoks Patrikhanesi adını aldı. Günümüzde ise Fener Rum Patrikhanesi adıyla geçmektedir. Patrikhane yüzyılların getirdiği yıpranmışlık nedeniyle 1989 yılında Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos tarafından restore edilmeye başlandı ve 1991 yılında bu restorasyon çalışmaları sonlandırıldı.

Fener’in, gezginler, fotoğraf meraklıları ve tarih tutkunlarının sokak sokak ezberlediği, her köşesinde tarihten başka bir izle karşılaştıkları gizli bir semt haline gelmesinde Bizans’tan Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan tarihsel süreç belirleyici olmuştur. Balat 1800’lü yılların başından itibaren Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden aldığı yüksek oranlı göçler nedeniyle eski gözdeliğinden ve ihtişamından uzak görünsede ayağına gelenleri patrikhane binaları, kiliseleri, ayazmaları, okulları, yangınları, tiyatroları, gazinoları, kayıkçıları, meyhaneleri, ressamları, camileri, hamamları, dernekleri, çeşmeleri ve tüm cömertliğiyle kucaklamaya devam ediyor.

Popüler Kültür ile Müzik Arasında


Kapitalist üretim etkileşiminin üst seviyelerde hissedilmeye başlandığı 19. yy’ın ilk çeyreğinde ortaya çıkan popüler kültür kavramı ilerleyen süreçte tüm insanlığı üzerine çeken çok önemli bir sosyal olgu halini almıştır. İnsanları sürekli tüketime teşvik eden ve kökeni ortaçağa kadar dayanan bu ekonomi modelinin tüm dünyada yarattığı siyasal, ekonomik ve kültürel eksenli etkiler, bu üç önemli kavram üzerinde de radikal değişikliklere neden olmuştur. Bu da kapitalist ülkeler merkezli yeni bir dünya düzeninin şekillenmeye başlamasını tetiklemiştir. Popüler kültürün toplumsal yaşam üzerindeki rolü ve iç dinamiklerinin oluşmasında yarattığı kurucu öğe olma potansiyeli onu epistemolojik düzlemde evrensel bir kod olarak işlev görmesine neden olmuştur. Bu etki globalleşme ve modern toplum sürecinde gelişen ülkeler için popüler kültürün oynadığı belirleyici rolü daha iyi gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda popülerizmin böylesine önemli etkiler doğurması, akıllara da siyaset ve siyasi çatışma üzerine kurulu bir oyun mu olduğu sorusunu getirmiyor değil.


Küreselleşmeyle birlikte kalkan sınırlar popüler kültüre bir sanal ağ gibi tüm dünyayı eş zamanlı etkileme özeliğini kazandırmıştır. Avrupa’da moda olan bir sosyal olgu aynı zamanda Doğu Asya’da, Güney Amerika’da moda olabiliyor ve toplumları tek tipleştirebiliyor. Böylesine etkili bir sarmal yapıya sahip olan popüler kültür, toplumlar için önemli özelliğe sahip olan sanatın da birçok türevine etkileri oluyor. Bu sanat dallarından en önemli olanlarının başında ise müzik geliyor. Evrensel bir özelliğe sahip olan müzik asırlar boyunca medeniyetler için çok şey ifade etmiştir. Kimi topluluklar müziği dini ritüellerinin bir parçası olarak algılarken; kimi topluluklar müziği itici bir kuvvet olarak kullanıp savaşlarda askerlere cesaret vermesi amacıyla kullandı. Dolayısyla tarihsel süreçte müziğin yapısal, kuramsal ve pratik gelişimi çeşitli evrelerden geçerek günümüze kadar geldi.


Günümüzde sosyo kültürel açıdan müzik toplumlar için doğrudan doğruya bir kendini ifade etme aracı olarak görülmeye başlandı. Bu şekilde oluşan çeşitli müzik tarzları da belirli hayat felsefelerini belirli kalıplarda sundu insanların önüne. Oluşan bu müzik tarzlarına mensup kişilerin belirli giyim üslupları ve yaşayış şekilleri oluştu. Rock, heavy metal, pop, jazz,rap, hip-hop gibi günümüz popüler kültürünün oluşturduğu bu müzik türleri mensubu olduğu üyelerini de bir tarz seçme konusunda zorladı. Kişilerin demografik yapıları ise seçtikleri müzik tarzlarında etkili oldu. Toplumsal pramidin alt kısmında kalan kişiler daha çok hiphop-rap gibi ahlaki ve ekonomik değerleri eliştiren bir yapıya büründü. Amerikan gettolarında oluşan bu kültür, dünyanın çeşitli ülkelerinde hakim kültüre karşı bir ses olmak isteyen gençler tarafından kendi kültürel ortamlarında şekillendi. jazz ve pop ise toplumsal pramidin daha çok üst kısmında kalan bireylerin tercih ettikleri tarzlar haline geldi. Ülkemizde ise yine popüler kültürün etkisiyle oluşan pop ve arabesk müzik tarzları kitleleri peşinden sürükleyen bir oluşuma dönüştü. Popüler müzik doğrudan müzik yapan bireylerle ilgili olmaktan çok, toplumun ya da çevrenin taleplerinin belirleyici olduğu bir müzik tarzı olarak şekillendi. Popüler kültür bir tüketim toplumu yaratırken bunu müzik alanına da yansıttı. Adeta seri üretimle oluşturulan ve anlam derinliği olmayan pop şarkıları çabucak tüketilecek ve herkesi tep tipleştirecekti. Neredeyse her hafta yeni bir pop sanatçısı boy gösteriyor ve ürettiği şarkıdan giyim trazına kadar yenilikçi olmayıp varolanları taklit ediyordu. Ortaya çıkan müzikal kirlilik toplumuda etkileyerek, benliğinden uzaklaşan ve kendini olduğundan farklı gösterme çabası içinde olan bireyler ortaya çıkarıyordu.

Popüler kültür Anadolu’dan büyük şehirlere göç ederek metropol yaşantısına ayak uyduramayan bireylerin oluşturduğu bir müzikal yapının oluşmasına da neden oldu. Bu müzik tarzının adı ise arabeskti ve acıyı refersans alıyordu . Büyük şehirlerde yaşantılarını varoş diye tabir edilen alt gelir gruplarının oluşturduğu yerleşim bölgelerinde sürdüren bu insanlar şehir yaşamına olan uzaklıklarından ve adepte olamamalarından kaynaklanan isyanlarını ve boyun eğişlerini arabesk tarzla ifade etmeye başladılar.


Popüler müziği yaygınlığı ve niteliği açısından kapitalizmin ürettiği halk müziği diye düşünebiliriz. Üretimin boyutları ve türlerin aynı sektör içinde birlikteliği, bunun yanında ritimlerin tekdüzeliği bizim müzik türlerini ayrıştırmamızı zorlaştırır. Medyanında etkisiyle genel olarak kırda üretilen halk müziği, kent kültürünün etkisinden kurtulamaz. Etkileşimin uzun vadeli sonucu; üretilenlerin müzik endüstrisine uygunluğu, varolanların uyarlanmasıdır. Müzik hegemonyası (endüstrisi) ürettiği ürünlerde halkın beğenisini asgari düzeyde dikkate alır. Çünkü ürününün satılacağı büyük çoğunluk bu kesimdendir. Popüler müziğin kaynağı halk müziği ile beslenir. Pop kültürü geleneğe dayanarak varlığını sürdürür. Yaratılan kimlik erezyonunu, birey varolma mücadelesi vererek gidermeye çalışır. Mücadele süreci, sahte kimlik kazanımına yol açar. Grupça gidilen konserler, kült haline getirilen müzik sanatçılar ve onlara duyulan hayranlık. Bu aktivitelerle kitleyle bütünleşmeye çalışan birey, kendi iç dünyasının şizofrenisini dışlayarak öne çıkma, bütünleşme ironisiyle hiçliğini eritmeyi amaçlar. Gündelik yaşamın ortasına yerleşen müzik adına her şey, sahiplenilip tüketilmesi gerekendir. Kimlik ancak tüketilenin ne olduğuna göre belirlenmektedir. Medyada yer alan parçaları mırıldanamıyor, onları söyleyenlerin özel yaşamını bilmiyorsanız, ait olduğunuz bir yer yok demektir. Aidiyetin olmaması dışlanmışlığı yaratarak melankoliyi doğurur. Kültürel koşulların yarattığı apolitik durum, melankoli ile birleştiğinde bunlardan kurtuluş olarak görülen popüler müziğe yönelinir. Tam da bu noktada popüler müziğin çare olacağı düşünülürken popüler kültür atmosferi bireyi esir alır.


Popüler kültür, iktidarın manipüle edici alanı, müzik bu alanın ileti kodlarıdır. Popüler müzik, kente uyum sağlama sürecinin ara momenti iken zamanla bireyi kuşatarak yaşamın kendisine dönüşür. Kimlik problemi popüler müziğin “sıradanlığı” ve yarattığı sahte grup simülasyonu ile çözülür. Sıradanlık gelenekselin metaforu gibi algılanır. Müziğin anlamlandırılması söz konusu olduğunda bana hitap ediyor gibi muğlak yanıtlarla geçiştirilir. Yanıtlar aynı zamanda rasyonel yaşam alanlarının popüler kültür içindeki hapsolmuşluğunu, donmuşluğunu bize duyurur. Popüler müziğin oluşturduğu simgesel kahramanların modeli kültürel arka planımızı eriterek, bizi bilinçsizleşme boyutuna iter. Bu boyutta artık bireysel yargıların yerini ortak tüketilen ürünlerin başdöndürücü hazzı almıştır. Müzik beğenisi bilinenin ötesinde sunulan modellerin görselliği üzerinden, bizi ne kadar etkilediğine göre dönüşüme uğramıştır. Müzikalitenin yerini görselliğin verdiği haz ilkesi mi almıştır? Yoksa popüler kültürün müzik boyutu bizi Freudçu egolarımızdan mı yakalamıştır?

2 Ekim 2009 Cuma

Açılım mı? Saçılım mı?


Demokratikleşmenin kıstası daha fazla özgürlük, daha fazla hak ve daha fazla katılımcılıktır. Bu kıstaslar demokrasinin temel nosyonlarıdır. Tanzimat fermanıyla başlayıp I. meşrutiyete uzanan ve ülkeyi batı standartlarına kavuşturmayı hedefleyen demokratikleşme sürecinde öyle bir noktaya geldikki saydığımız demokrasi kıstaslarını adeta hiçe sayan bir siyasi anlayaşın dikteleriyle karşı karşıyayız.

Demokratik açılım adı altında Kürt vatandaşlarmıza verilmek istenen ayrıcalıklar bir demokrasi yaptırımından çok Osmanlı'nın çökmesinin en önemli nedenlerinden biri olan kapütülasyonlar silsilesine benziyor. O dönemde Osmanlı'yı günden güne eriten bu kapütülasyonlar şimdi kimlik değiştrerek modern çağın bir oyunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu oyun tehlikeli bir şekilde ülke bütünlüğüne birlik ve beraberliğine darbe vurmak için tüm kozlarını oynuyor.

Evet. Bakıldığında ortada bir sorun var. Fakat bu sorun hiçbir şekilde Kürt vatandaşlara, Türk vatandaşlardan daha az hak tanındığı sorunu değildir tabii ki. Çünkü bu topraklarda Türkler'in siyasi, ekonomik ve bireysel hakları neyse Kürt vatandaşınında odur. Anayasasıyla, bağımsız yargısıyla (?), mahkemeleriyle, sosyal ve kamusal kurumlarıyla herkese eşit bir muamele uygulanmakta. Türkiye Cumhuriyeti kimliğine sahip herkese eşit haklar tanınmakta. Anadolu topraklarındaki Türk egemenliğinden beri de en doğal hakları olduğu için Kürtler her haktan yaralanabiliyor. Fakat Kürt halkının nüfus olarak yoğunluk kazandığı Güneydoğu'da ne yazıkki Atatürk sonrası devlet politikaları sonucu bir dengesizlik meydana gelmiş, yetersiz yatırımlar sonucu bölgede ekonomik ve sosyal sorunlar ortaya çıkmış. Doğuda süregelen feodal sistem, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan vatandaşı sömürmüş; derebeylik, tarımla uğraşan insnaları tarımdan uzaklaştırmıştır. Çünkü ağalar çiftçiyi ekonomik yönden sömürerek onların kazancını minimuma inidirmiştir. Atatürk bu sorunun bilincindeydi ve o dönemde güneydoğudaki feodal yönetimle mücadele edildi. O dönemde feodal sistem neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı. Bu sistem maalesef Adnan Menderes döneminde tekrar ortaya çıktı. ve günümüze kadar geldi.

Şimdi sorunu ana hatlarıyla ele alacak olursak güneydoğudaki varolan siyasal, sosyla ve ekonomik sorunlar pkk adı altında bir terör örgütünü doğurdu. 1984 yılından itibaren başlayan terör saldırıları günümüze kadar geldi. Terörizmin kirli ve kanlı yüzü onbinlerce vatan evladının canını aldı. Devlet bütçesinden her yıl milyarlarca dolar, terörle mücadele için kullanıldı. Hem manevi hem de maddi yönden yıpratılmaya çalışıldık. Bu süreçte dış güçler pkkya hep destek verdi. Ekonomik ve silah yardımlarıyla pkk ayakta tutuldu. Fakat birşeyin farkında değillerdi. Bu topraklarda terör hiç bitmeyecek olsa dahi bir karış toprak verilmeyecekti. Amaç açıkça ortada. İstikrararsız bir ortam yaratarak ülkeyi yıpratmak ve bölmek.

Tekrar demokratik açılıma dönecek olursak hükümetin kapı kapı dolaşarak destek toplamaya çalıştığı Kürt açılımı Amerika'nın da desteğiyle ülkeyi etnik yönden ayırıştırılması için atılıcak ilk adımdı. Yüzyıllar boyu bu coğrafyada kardeşçe yaşayan farklı kültürel ve etnik gruplar şimdi birbirine düşman edilmek istenmekteydi. Nedeni çok açık. Böylesine önemli bir jeopolitik ve jeostratejik konuma sahip olan ülke topraklarında istikrar istenmiyor. Geçmişte bunu sağ-sol çatışmalarıyla, mezhepsel çatışmalarla yapmak istedikler, şimdi ise demokratik açılım adı altında yapmak istediklerini kim inkar edebilir. Bu oyuna Türk Milleti olarak düşmememiz gerekir ve eminimki düşmeyeceğiz. İnsanlara gayet normal bir olguymuş gibi tanıtılmak istenen demokratik açılım aslında ülkenin bölünmez bütünlüğüne, Misak-ı Milli sınırlarına uzun vadede yapılmak istenen açık bir saldırıdır. Bir ayrışırma, çözünme hareketidir. Bakıldığında ortaya konan somut temellere oturtulmuş bir paket de yoktur. Acaba çerçeveyi çizecek cesaretleri mi yok? Tepkilerden mi çekiniyorlar? Şuanda yaptıkları, toplumu kabüllendirme sürecini işletmeleri. Ancak bilmeleri gereken birşey var; Atatürk'ün ülküsünü, ideolojisini, düşüncelerini sonsuza kadar yaşatacak ve benimsemiş topluluğu ortadan kaldırmadan istediklerini yapamayacaklar.

Kürt sorununun böyle demokratik açılım paketleriyle hiçbir şekilde çözülemeyeceğini bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Çözüm ne mi? Çözüm ancak Güneydoğu'da yapılacak yeni bir yatırım ve kalkınma projesindedir. Potansiyeli geniş, çerçevesi geniş, sınırları geniş kapsamlı bir projedir bu. Bu projenin ana hatlarını geniş bir perspektifte değerlendirmek gerekir.
Kürt sorununun ekonomik, sosyolojik ve psikolojik yönü Güneydoğu Kalkınma Projesiyle, siyasi yönü ise uygulanacak katılımcı parlementer sistemle karar alma süreçlerinin herkesin taleplerine açılması yoluyla olacaktır. Tek kimlik ama çoğulcu ve çok kültürlü demokratik bir platform. Görülecekki alınacak iktisadi ve siyasi çözümlerle Güneydoğu atağa geçecek, canlanacak, kalkınacak... Bu durumdan da şikayet edip ülkeyi kaotik bir ortama sürüklemek isteyenler olursa, açıklamalarıyla Güneydoğu'yu kürdistan sınırlarına dahil eden milletvekili müsvetteleri de dahil ülke topraklarına el uzatan herkes için bir Takrir-i Sükun yasası daha çıkartmak kaçınılmaz olur. Ama gel gör ki daha abdullah öcalan denen çocuk katilini asmaya cesaret edemeyen ve Avrupa'dan korkan sözde siyasetçilerimiz bir Takrir-i Sükun'u daha meclisten nasıl geçirir. İşte buraya bir soru işareti koymak gerek. O soru işaretini ise Atatürk'ün izinden gidenler ortadan kaldırmasını bilecektir.

28 Eylül 2009 Pazartesi


vatandaşlarımıza yapılan kıyımdan bir kare

Özür dileyen çakma aydınlara

800 yılı aşkın süre boyunca dostluk ve sevgi içinde yaşayan iki milleti birbirine düşürmek isteyen emperyalist güçler bu işi başarıyla gerçekleştirmiştir. Aydın demeye dilim varmayan şahsiyetler ise tarihiten bi haber Ermeniler'in belgelerle ispatlanan ve 1 milyonu geçen Müslüman Türk katliamını gözardı ederek bir vatan hainliğine imza atmışlardır.
Türkler yani bizler, Ermeniler'e ve diğer gayrimüslim halka Bizanslılar'ın göstermediği hoşgörüyü göstermiş ve onların dinlerini ve sosyal yaşantılarını korumak için elimizden gelen mücadeleyi vermişizdir. Bu anlayış Anadolu Selçukluları döneminde de görülmüştür. Gösterilen tüm bu hoşgörüye rağmen, Ermeniler Haçlı Seferleri sırasında Haçlıları'n yanlarında yer almışlardır. Tarihin ışığı altında özür dilemesi gerken bir millet varsa oda Ermenilerdir. Fakat yaptıkları kıyımın hiçbir şekilde özrü kabul edilemez.